VERGİ YARGISI VE DURUŞMA
Dr.
A. Bumin DOĞRUSÖZ
Dünya
Gazetesi 13.10.2020
Anayasamızın 138. maddesine göre hâkimler,
Anayasa’ya kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm
verirler. Bu nedenle yargılamada temel taş, “vicdani kanaattir.” Vicdani
kanaatin oluşum yeri ise “duruşma”dır.
Her yargılama, her zaman, doğru ya da
yalan olmak üzere iki yanlı, iki olasılıklı, birbirine karşıt, ama taraflar ve
hâkim için ortak bir kuşkuyla başlar. Eğer duruşma denilen laboratuar sağlıklı
verilere dayanmış, aygıtlar sağlıklı çalışmışsa kuşkulu durum tutarlı biçimde
çözülecek; suç denilen olayın işlenip işlenmediği gerçekçi biçimde
saptanacaktır. (Sami Selçuk. “Vicdani Kanı Yargısını Oluşturma Tekeli, Duruşma
Yargıcındır.” Star, 18.11.2008)
Hukuk Muhakemeleri ve Ceza
Muhakemeleri Kanunlarında birkaç madde ile ayrıntılı olarak düzenlenen duruşma
müessesesi İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda (İYUK) ise sadece 2 madde ile
düzenlenmiştir. İYUK, kural olarak yazılı yargılama usulünü benimsemiştir.
Ancak salt yazılı yargılama usulünün benimsenmiş olması, vicdani kanaatin oluşumunu
yeterince sağlayamadığı gibi, tarafları tatmin etmekten de uzaktır. Çünkü
taraflar çoğu zaman dilekçeler ve belgeler haricinde, bir kere de konuyu
yargıçların huzurunda anlatmak, tartışmak isterler. (Selçuk Hondu, İYUK’da
Duruşma Yapılması ve Uygulamadaki Durum, Danıştay Dergisi s:89 sf:4)
Duruşma, davacının dava konusu
işlemin iptalini gerektiren önemli hususları bir kez de sözlü olarak ortaya
koyması, dosyada önem taşıyan ve bazen dikkatten kaçabilecek konulara işaret
etmesi, idarenin de işleminin sebep ve dayanaklarını izah ederek işlemini
savunması ve bu tartışmaları izleyen yargıcın, dosyasına duruşmada ileri
sürülen hususlar ışığında yaklaşması, hiç şüphesiz kararların kalitesini
arttırır.
İYUK’un yeterli düzenleme
içermemesinin de etkisi ile idari yargı pratiğinde de (genelde idare, özelde
vergi yargısında) duruşma müessesesi olması gereken önemi kazanamamış, adeta
gereksiz bir müessese gibi görülmüştür.
İYUK’da tek hâkimli mahkemeler de duruşma
yapılması hâkimin takdirine bırakılmış, heyet halindeki mahkemelerde ise talep
halinde zorunlu kılınmıştır. İstinaf mahkemesinde ise duruşma, yine mahkemenin
takdirine bağlanmıştır. Danıştay’da temyiz başvurularında ise duruşma, tamamıyla
temyiz dairesinin takdirine bırakıldığından, hiç denecek derecede az yapılır
hale gelmiştir.
Duruşma, taraflar açısından önem taşır
ve taraflar savunmaları için gerekli görüyorsa (talep ediyorsa) yapılmak
durumunda olmalıdır. Bu nedenle, duruşmanın dava için gerekip gerekmediğini
belirleme yetkisi, hiçbir zaman mahkemenin takdirinde olamaz. Eğer savunma
makamı (davacı) davanın aydınlanması bakımından duruşmayı gerekli görüyorsa yargı
buna saygı göstermek durumundadır.
Bu günkü uygulamada istinaf veya temyiz
başvurusunda bulunanın söz hakkının kısıtlanması ve karşı tarafla (veya vekili
ile) bir kez de istinaf veya temyiz mercii önünde davasını tartışma hakkının
elinden alınması sonucunu doğurmuştur. HMK’da ve CMK’da temyiz merciinin Kanunlarda
sayılan birçok halde talep durumunda duruşma yapmakla yükümlü kılınması, HMK’un
ve CMK’nın, İYUK’a nazaran “vicdani kanaate” ve dolayısıyla adaletin
tecellisine daha fazla hizmet ettiği söylenebilir.
Öte yandan yargılamada önemli olan
tarafların adalet duygusunun tatminidir. Kamuoyunda dosyaların zaman ve iş yükü
sorunu dolayısıyla yeterince okunmadığı kanaati yaygındır. Bu nedenle taraflar
bir kere de davalarını sözlü olarak anlatmak istemektedirler. İdari (özellikle
vergi) yargıda duruşmasız verilen kararların, çoğu zaman tarafları tatmin
etmediği görülmektedir.
İdari yargı mercilerinin, kanunda
yasak olmaması sebebiyle içtihatla geliştirmek yerine, “İYUK’da yazılı usulün benimsendiği
ve şahit müessesesinin düzenlenmediği” gerekçesinden hareketle duruşmalarda tanık
dinlemekten kaçınması ve tanık ifadesine başvurulamaması da vicdani kanaatin
oluşmasını yine engelleyen bir başka unsurdur. Örneğin, disiplin cezasının
tanık ifadelerine dayalı olarak verildiği veya cezalı vergi tarhiyatının tanık ifadesine
dayalı olarak yapıldığı hallerde davanın tarafları, bu tanıkların tarafsız yargıç
huzurunda yeminli ifadelerinin alınmasını sağlama olanağından yoksundur.
Yine vergi yargısında karşılaşılan
bir durum ise duruşmayı yapan yargıçla karar veren yargıcın
farklılaşabilmesidir. Zira duruşma sonrası mahkeme heyeti, çeşitli belgelerin
getirilmesi veya bilirkişi incelemesi gibi çeşitli ara kararları verebilmekte,
bu kararların yerine getirilmesi ise zaman almakta, ancak bu arada atamalar
yolu ile mahkemenin üyeleri değişebilmektedir. Bu durumda ise duruşmanın artık
kararı verecek yeni heyet huzurunda tekrarlanması gerekirken, yeni heyet
duruşmayı alelade bir usul muamelesi gibi görmekte, eski heyetin duruşmayı
yapmış olmasından hareketle kararı vermektedir. İstinaf veya temyizden dönen
dosyaları da genellikle farklı üyeler değerlendirmekte ve duruşma işlevini
kaybetmiş olmaktadır. Bu gibi hallerde duruşmanın tekrarlanması yolunun da hiç
olmazsa içtihatla açılması gerekmektedir.
Öte yandan mahkemelerin belge
getirtme veya bilirkişi incelemesi gibi incelemeleri duruşmadan sonra yapmaları
dolayısıyla, belki dava sonucunu etkileyecek bu argümanların duruşmada
tartışılması olanağı da kaybolmaktadır.
Davaları esastan inceleyecek ve maddi
olayı tekrar değerlendirecek istinaf mahkemelerinde duruşma yapılmasının
mahkemenin takdirine bırakılması yanlıştır. Zira pek çok halde istinaf
mahkemesi kararlarına karşı temyiz yolu kapalı olacaktır. İstinaf mahkemesi
kararlarına karşı karar düzeltme yolu da artık yoktur.
Yasama organının, yargılamanın esasına
etkili duruşma müessesesini idari yargı açısından tekrar ele alması ve yeni bir
düzene kavuşturmasında, adaletin tecellisi açısından gereklilik bulunmaktadır.