HABERSİZ TEBLİGAT VE ANAYASA MAHKEMESİNİN GÖRÜŞÜ
Dr. A. Bumin Doğrusöz
Dünya Gazetesi / 7.12.2021
Geçen yazımda 1.12.2021 günlü Resmi
Gazete’de yayımlanan ve habersiz tebligatı da yakından ilgilendiren saptamalar
içeren Anayasa Mahkemesi Kararının vurguladığı hususlar açısından “habersiz
tebligat” konusunu değerlendireceğimi söylemiştim. Habersiz tebligat üzerinde,
belki bıktıracak derecede, bu kadar fazla durmamın sebebi, vergi
idaresinden, trafik idaresinden, Ticaret Bakanlığından, Gümrük İdaresinden ve
en önemlisi SGK’dan kişilere hiç haberi olmadan tebligat
yapılabilecek olması ve kişilerin haberi olmadığı için çeşitli hukuki yollara
başvurma ve dava açma süresini kaçıracak olması. Kısacası, kişilerin hukuki
güvenlik haklarının yok edilmesi. Hatta defter ve belgelerini ibrazı talep
edilenlerin tebligatı kaçırmaları halinde Asliye Ceza Mahkemesinde yargılanma
riski ile karşı karşıya olması.
Anayasa Mahkemesinin değineceğim E.2021/37 K. 2021/63 sayı ve 22/9/2021 günlü
kararı doğrudan habersiz tebligat konusu ile ilgili değil. Karar, Vergi
Usul Kanunu’nun 7061 sayılı Kanunla değişik 102. maddesinin beşinci fıkrasının
üçüncü, dördüncü ve beşinci cümleleri ile ilgili. Ancak Anayasa Mahkemesi bu
kararında konumuz açısından son derece önemli saptamalar yapıyor.
Anayasa
Mahkemesi Kararında ilk olarak, Anayasa’nın 36. maddesinin birinci
fıkrasında “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir” hükmüne yer verildiğini, bu hüküm ile hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri olan mahkemeye
erişim hakkının güvence altına alındığını vurguluyor. Yüksek Mahkemeye göre; kişinin
uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da
maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu
yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (Prgrf.16-17).
Yüksek
Mahkeme Kararında; idari mercilerin ilgililere tebligat yapmasıyla birlikte
tebliğe konu işleme karşı idareye başvuru süresi ve hak düşürücü nitelikte olan
dava açma süresinin işlemeye başladığını ve bu süreler geçirildikten sonra dava
açma hakkının yitirildiğine işaret ederek tebligat sisteminin dava açma süresinin
başlamasına neden olması sebebiyle mahkemeye erişim hakkına yönelik bir
sınırlama içermemesi gerektiğini söylemektedir. .
Yüksek
Mahkemeye göre; mahkemeye erişim hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin
kanunla yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü
olması gerekir. Mahkemeye erişim hakkına yapılan sınırlamalarda dikkate
alınacak öncelikli ölçüt, sınırlamanın kanunla yapılmasıdır. Ancak Anayasa
Mahkemesinin sıkça vurguladığı gibi temel hakları sınırlayan kanunun şeklen var
olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde
belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerekir.
Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması,
Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir
gereğidir. Hukuk devletinin temel unsurlarından olan hukuki belirlilik ilkesi uyarınca
kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler
hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin
tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal
düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kılar. Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak
belirtilen kanuniliğin, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti
ilkesi ışığında yorumlanması gerekir. (Prgf. 19-21)
Sınırlandırma
kanunla olsa dahi, mahkemeye erişim hakkı bağlamında getirilen sınırlamanın
kanunilik ve meşru amaç şartlarını taşıması yeterli olmayıp aynı zamanda ölçülü
olması da gerekir. Anayasa’nın 13. maddesinde güvence altına alınan ölçülülük ilkesi
elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın ulaşılmak
istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak
istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını diğer bir ifadeyle aynı
amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise
hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir
dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. (Prgf.25)
Tebligat
işleminin iki unsurunu belgelendirme ve bilgilendirme oluşturmaktadır. Bu
bağlamda tebliğ işleminin belgelendirilmesinin yanı sıra tebligata konu
işlemlerin muhatabına bildirilmesi, bir başka deyişle tebligatın bilgilendirme
unsurunun yerine getirilmesi ve bu sayede kişilere hak arama özgürlüklerini
kullanabilme imkânının tanınması amacıyla gerekli tedbirlerin alınması da gerekir.(Prgf.
27)
Düzenleme
yapılırken vergi alacağının bir an önce tahsili için gerekli tedbirlerin
alınması normaldir. Ancak bu yapılırken mükelleflerin yapılan işlemlerden
haberdar olması, yargısal yollara başvurma olanaklarının sağlanması ve idari
işlemlerin yargı denetiminden uzaklaştırılmaması gerekir. Bilgilendirme
unsurunu içermeyen habersiz tebligatı hukuki olarak kabul etmek olanaksızdır.
Tahsil amacına elverişli ise de mükellefe hak kaybettirmesi dolayısıyla amaca
ulaşmada önemli bir hakkı orantısızca yok etmektedir. Üstelik mahkemeye erişim
hakkının ortadan kaldırılmasının da tahsil amacına ulaşmak için hiçbir
gerekliliği yoktur.
Görüldüğü
gibi Anayasa Mahkemesinin saptamaları karşısında, habersiz tebligatı geçerli
kabul eden Genel Tebliğ ve Yönetmelik düzenlemeleri, hukuka ve Anayasa’ya uygun
düzenlemeler değildir.
Habersiz
tebligat dolayısıyla dava açma süresini kaçırdıktan sonra bireysel işleme karşı
dava açanların aynı zamanda habersiz tebligatı geçerli kılan düzenlemelerin
iptali için de Danıştay’da iptal davası açma gereğinden daha önce söz etmiştim.
Anayasa
Mahkemesi Kararı göstermektedir ki, bu şekilde açtıkları davaları süreden
reddedilenlerin bireysel başvuru yoluna gitmeleri halinde de şansları epey
yüksektir.