TEKZİBE
CEVAP
Dr. A.
Bumin DOĞRUSÖZ
Dünya Gazetesi
8.2.2022
27.1.2022
günlü Dünya Gazetesi"nde yayımlanan "Kamu
alacaklarının tahsilinde hukuki sorunlar" başlıklı
köşe yazımda kısaca; “6183 sayılı Kanunun teminat müessesesinin, limitet şirket ortaklarının sorumluluğunun,
ödeme emri, haciz, e-haciz gibi müesseselerinin uygulamada sorunlu müesseseler
olduğunu, borçluların banka hesaplarına bazen kredi limitleri
üzerine de e-hacizler uygulandığını, bazen aynı meblağ için birden fazla
bankaya e-haciz bildiriminde bulunulduğunu, buna karşılık mükellefi koruyacak
etkin ve hızla çalışacak çözüm mekanizmaları kanunda bulunmadığını, haciz
müessesesinin hesaplarda tatbik anında mevcuda uygulanabilecek bir müessese
iken hacizden sonra hesaba gelen tutarlarda bankalarca kendiliğinden hacze ve
blokaja eklendiğini, borçlunun üçüncü şahıslardaki hak ve alacaklarının tespit
ve haczinde de hem borçluların hem idarenin yaşadığı çeşitli sıkıntılar
yaşadığını, e-haciz’in net düzenlemelerle ortaya konulmaması sebebiyle
bankaların da nasıl uygulama yapacaklarını kestiremediğini, dolayısıyla ortaya
çok farklı uygulamaların çıktığını” yazmıştım. Sonuçta olarak da bu sorunların borçluları kayıt dışı çalışmaya, idareden
saklayabilecekleri şekilde gelir elde etmeye ittiğini, neticede de hazinenin
zararlı çıktığını belirtmiştim.
Bu yazıma karşılık
Gelir İdaresi Başkanlığından gelen içerik itibariyle açıklama niteliğinde olan,
ancak kendileri “tekzip” diye adlandırdıkları için ben de o şekilde
adlandırdığım metni “GİB’in Tekzibi” başlığı ile geçen hafta köşemde aynen
yayınladım.
Tekzibin içeriğinde, konuya
ilişkin mevzuat ve usul düzenlemelerini aktardıktan sonra kısaca, ödeme emri
tebliğ edilmemiş borçlulara haciz uygulanması mümkün olmadığını, haciz kararı
alınmış alacak tutarının üzerinde haciz talep edilmesinin de mümkün olmadığını
söylemektedir.
Ben de zaten bunun
aksini iddia etmedim. Benim söylediğim, aynı borç için aynı borçlu mükellefin
tek bankadaki hesabı borcu karşıladığı halde, birden çok bankadaki hesabına
haciz uygulanmasını, tek gayrimenkulün borcu karşılamasına karşılık borçlunun
tüm gayrimenkulüne haciz uygulanması hadisesidir. Bunun örnekleri çoktur. Ben
de de mevcuttur. Basında çıkmış örnekleri de vardır. Lütfedilip Vergi
Konseyinin eski tutanaklarına bakılırsa oradaki eleştiri ve tartışmalar da
görülebilir. Bu gün vergi daireleri, mahsup talebi bulunan mükelleflere dahi,
mahsup talebini incelemeden ödeme emri göndermekte, daha sonra mahsup talebini
kabul etmesine rağmen mükellef talep etse dahi “ödeme emrini iptal ettik” diye
nezaketen yazılı bir cevap dahi vermemektedir. Demek ki Gelir İdaresi gerekli
düzenlemeleri yapmakla birlikte uygulamayı izlememekte, sahayı takip etmemekte,
bu konudaki şikâyetlere kulak tıkamaktadır.
GİB, bankaların
hesaplarına haciz gelmiş müşterilerini yüksek riskli gördüğünü ve bu
müşterilerinin bankaya olan kredi veya sair borçlarını garanti altına almak
için borçlu müşteri hesaplarını bloke edebildiklerini söylemekte ve kabahati
bankalara atmaktadır. Mademki bu konuda yakınmalar vardır, o halde bu sorunu
GİB ile BDDK’nın birlikte çözmesi, kamu hacizlerinin risk yönetiminde nasıl ve
ne kadar dikkate alınması gerektiğini düzenlemesi gerekmez mi?
Kamu alacaklarının
tahsil uygulamasında mükellefi koruyucu düzenlemelerin yer almadığı savıma
karşılık GİB, mükellefin yargıya başvuru hakkının olduğunu ve bu şekilde
korunma sağladığını söylemektedir. Maalesef bu konuda da haklı değildir. Çünkü
yargıya müracaat bir mükellef hakkı değil, her vatandaşın her idari işleme
karşı sahip olduğu bir genel Anayasal Haktır (Anayasa md. 36, 125) 1954 yılında
yürürlüğe giren 6183 sayılı Kanunda, bu güne kadar mükellef hakları yönünden
hiçbir gözden geçirme yapılmamış, yapılan değişiklikler ise sadece alacaklı
idarenin işini kolaylaştırmak ve elini güçlendirmek yönünde olmuştur. 6183
sayılı Kanunda yargıya gitmek bile haksız çıkma zammı gibi müesseselerle
caydırılmaya dahi çalışılmıştır. Tahsilat işlemleri karşısında mükellefin hata
ve düzeltme yoluna başvuru hakkı, idari başvuru yolları yoktur. Bunlar
eklenemez mi? Kamu alacağını güvence altına alınan önlem olarak kabul edilen
müesseseler içerisinde mükellefi koruyan hiçbir düzenleme olmadığı gibi
kusursuz mükelleften tahsilatı amaçlayan müesseseler dahi vardır.
Yargının tahsilat
işlemleri karşısında, borçluyu elbetteki koruma işlevi vardır. Ancak ülkemizde
adaletin, “gecikmiş adalet” olduğu,
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruların büyük çoğunluğunun konusunun
“makul sürede yargılanma hakkının ihlali” olduğu unutulmaktadır.
Yürütmeyi durdurma
müessesinin uygulamada mükellefi korumadığı ise açıktır. Bilindiği gibi
mahkemelerin yürütmeyi durdurma kararı vermeleri, işlemin açıkça hukuka aykırı
olması ve işlemin uygulanmasının önlenemeyecek zarara yol açma tehlikesinin
bulunmasına, bu koşullar bulunsa dahi, idarenin birinci savunma dilekçesinin
alınması şartına bağlanmıştır (İYUK. md. 27). Bu koşullarda bir yürütmeyi
durdurma kararı ortalama üç ayda oluşmaktadır. Bu arada mükellef haklı olsa
dahi idare haczini uygulamaktadır. Mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verirse,
idare haczi kaldırmamaktadır. Çünkü idare yürütmeyi durdurma kararını “burada dur”
şeklinde anlamakta, idare hukuku ve idari yargı ilkelerine göre işlemin (ödeme
emrinin) yürütülmesinin tanzim tarihi itibariyle durduğunu ve haczin dayanağını
yitirmesi sebebiyle kaldırılması gerektiğini kabul etmemektedir. Demek ki bu
müessese de yeterli ve tam bir koruma sağlamamaktadır. Eğer idare mükellef
haklarına saygıya önem veriyorsa, borçlu mükelleflerin açtıkları davalarda yürütmeyi
durdurma taleplerinin bulunması halinde, mahkemece bu talep karara
bağlanmadıkça cebri takip işlemine devam edilmeyeceği yönünde bir iç genelge
pekala çıkartabilir. Böylece yürütmeyi durdurma kararlarının etkinleşmesi de
sağlanabilir.
Neyse; benim gerek asıl
yazımdaki ve bu yazımdaki amacım GİB’i eleştirmek, GİB’de yoğun iş yükü altında
fedakârca çalışan değerli bürokratları eleştirmek değildir. Benim kişilerle
veya kurumlarla alıp-veremediğim bir şey yoktur. Benim amacım, uygulamada
gördüğüm veya bana intikal eden saha uygulamalarındaki aksamaları yahut
mevzuattaki eksiklik veya yanlışlıkları vurgulayarak, bu konulara dikkat
çekerek daha adil, hukuka dayalı ve mükellef haklarına daha saygılı bir vergi
düzeninin kurulmasına hizmet etmektir. Bu nedenle yazılarımın alınganlıkla
değil, bu amacım doğrultusunda değerlendirilmesini rica ederim.
GİB’in göndereceği
açıklamalara köşem her zaman açıktır. Bilakis memnun olurum, yazılarımın
okunduğu ve değer verildiğinin kanıtını oluşturur. Tekzibe de gerek yoktur.
Çünkü maksadım sadece doğruyu bulmaktır, hatam varsa zaten düzeltirim.