FİNANSAL GİDER KISITLAMASI VE OLASI
SORUNLARI
Dr. A. Bumin Doğrusöz
(DÜNYA Gazetesinde 9 ve 11.2.2021 tarihlerinde yayımlanan yazıların
birleştirilmiş halidir.)
Finansman gider (FG) kısıtlaması (FGK)
müessesesi mevzuatımıza, Gelir ve mülga Kurumlar Vergisi Kanunlarında 4008
sayılı Kanunla yapılan değişiklikler sonucu girmiştir. Anılan Kanunla GVK’ya 41/8,
mülga KVK’ya 15/13 maddeleri eklenerek konu düzenlenmiştir. Bu bentler daha
sonra 5024 sayılı Kanunla 2004 yılında kaldırılmıştır. GVK’da bu şekilde yeri
boşalan 8. bendin numarası 5615 sayılı Kanunla 9 olarak değiştirilmiş, yeri boş
olan mülga 9. bent 6322 sayılı Kanunla yeniden ve bu günkü şekli ile
düzenlenmiştir. 6322 sayılı Kanun, benzeri bir bendi de KVK’ya 11/j maddesi olarak
eklemiştir. Anılan bentlerde daha sonra yapılan tek değişiklik “Bakanlar
Kurulunca” ibaresinin “Cumhurbaşkanınca” şeklinde değiştirilmesinden
ibarettir.
Bendin halen yürürlükte olan şekline
göre; “Kullanılan
yabancı kaynakları öz kaynaklarını aşan işletmelerde, aşan kısma münhasır olmak
üzere, yatırımın maliyetine eklenenler hariç, işletmede kullanılan yabancı
kaynaklara ilişkin faiz, komisyon, vade farkı, kâr payı, kur farkı ve benzeri
adlar altında yapılan gider ve maliyet unsurları toplamının %10’unu aşmamak
üzere Cumhurbaşkanınca kararlaştırılan kısmı”nın gider olarak indirilmesi kabul
olunmayacaktır. Söz konusu bendin bir benzeri de Kurumlar Vergisi Kanununun
11/1-j bendinde de yer almaktadır. Bu
bentler, Cumhurbaşkanının 4 Şubat günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 3490 sayılı
Kararına kadar, bir oran belirlemesi olmadığından uygulanamamıştır. Nihayet
anılan Karar ile oran % 10 olarak belirlenmiş ve söz konusu bent de uygulamaya
aktarılmıştır.
Önceki düzenlemelerle yeni
uygulanmaya başlayacak düzenlemeler arasında bazı farklar vardır. Eski
düzenleme finansman gider kısıtlamasını, dönem sonu stoklarını son giren ilk
çıkar (LIFO) yöntemine göre değerleyenler ile yeniden değerleme yapan
mükellefler için öngörmüşken, yeni düzenleme basit usul hariç ticari kazanç
sahipleri ile kredi kuruluşları, finansal kuruluşlar, finansal kiralama,
faktöring ve finansman şirketleri dışında kalan kurumlar vergisi mükelleflerini
kapsamaktadır.
Oran belirlenerek düzenlemenin
uygulamaya geçirilmesi, beraberinde haksızlıkları da getirmiştir. Yeniden
değerleme yahut enflasyon muhasebesi gibi düzenlemeleri, iktisadi kıymet,
iştirak hissesi yahut taşınmaz satışı gibi gelirleri, enflasyondan arındıran
düzenlemeleri hayata geçirmeden sadece giderleri enflasyondan arındırmak,
işletmelere yapılan bir haksız uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır.
İşletmenin fiili giderleri arasında olan unsurları kanunen kabul etmeme yoluyla
matrah büyütme çabaları, gelir ve kurumlar vergilerini giderek mali güce göre
vergilendirme olarak ifade edilen anayasal ilkeden uzaklaştırmaktadır.
Gelir İdaresi Başkanlığı söz
konusu bentlere ilişkin idari anlayışını, oranın belirsizliği dolayısıyla
uygulanma yeteneğinin bulunmaması sebebiyle henüz ortaya koymamıştır. Ancak
konuya ilişkin bir Genel Tebliğin yayınlanacağı da muhakkaktır. Ancak bu konuda
yaşanabilecek sorunlar, şimdiden görülmektedir.
Anılan Cumhurbaşkanı Kararı,
1.1.2021 tarihinden itibaren başlayan vergilendirme dönemi kazançlarına uygulanmak
üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir (Karar, md. 3). Bundan böyle söz
konusu mükellefler öz kaynakları aşan yabancı kaynaklara isabet eden faiz,
komisyon, vade farkı, kâr payı, kur farkı ve benzeri adlar altındaki finansman
giderleri toplamının yüzde 10’unu kanunen kabul edilmeyen gider (KKEG) olarak
nitelendireceklerdir. Ancak yatırımın maliyetine eklenen finansman giderleri bu
uygulamanın dışında tutulacaktır.
1.1.2021 ila 4.2.2021 arası
işletmeye giren yabancı kaynaklardan öte 1.1.2021 den önce işletmeye giren
yabancı kaynakların durumu açık değildir. Kişisel kanaatime göre kapsam dışı
olması gerekir. Zira hukuki güvenlik ilkesi bunu gerektirmektedir. Örneğin 2019
veya 2020 de 3 veya 4 yıl vadeli kredi kullanan bir işletme, bu düzenlemeye
tabi olacağını bilseydi, gider kısıtlaması ve KKEG uygulaması dolayısıyla artan
maliyeti de dikkate alıp belki bu krediyi kullanmayacaktı. Umarım Gelir İdaresi düzenlemesinde, hukuki
istikrar ve öngörülebilirlik ilkelerini de dikkate alarak, söz konusu bentlerin
uygulamasını, 1.1.2021’den sonra işletmeye girecek yabancı kaynaklar ile
sınırlı tutar.
Burada karşımıza çıkacak bir başka sorun ise,
FG’nin hesaplanmasında, finansman gelirlerinin de dikkate alınıp alınmayacağı
meselesidir. Yani FG’nin hesabında netleştirmenin yapılmaması, Kanunu, mali güç
ilkesinden daha fazla uzaklaştıracak, “hep bana adaleti”ni bir kez daha ortaya
çıkaracaktır. Eski uygulamada ise idari anlayış netleştirmenin yapılamayacağı
yönünde oluşmuştu. Ancak söz konusu idari anlayışı ifade eden Genel Tebliğ
aleyhine açılan bir davada Danıştay 4. Dairesi iptal kararı vermiş, ancak bu
Karar Vergi Dava Daireleri Kurulu tarafından bozulmuştu. Buna karşılık Danıştay
3 ve 4. Daireleri kararlarını, hep netleştirme yönünde vermişlerdir.(Bu konuya
ve yargı kararlarına, 20 sene sonra yine aynı tartışmalara döneceğimizi
bilmeden, 11.1.2001 tarihli DÜNYA gazetesinde yayımlanan yazımda yer
vermiştim.).
FG yanında
finansman geliri de sağlamış bulunan mükelleflerin, finansman giderlerini
netleştirmeden gider kısıtlamasına tabi tutması, kazanç vergilemesinde mali
güce göre vergileme ilkesinin sonucu olan safi gelirin vergi konusu edileceği
ilkesine aykırı düşecektir. Ana faaliyet
konusu finansman geliri sağlamak olmayan bir firma bakımından, repo, vade
farkı, kur farkı, faiz gibi finansman nitelikli gelirler gerçekte bir gelir
unsuru olmaktan çok, mevcut finansman giderleri yükünü azaltan faktörlerdir.
Dolayısıyla firmanın gerçek giderini tespit edebilmek için finansman
giderlerinden bu giderin etkisini azaltan gelirlerinin indirilmesi gerekir.
Kaldı ki, FGK uygulamasında
netleştirme yapılmaması, aynı zamanda elden ele geçen tek bir yabancı kaynak
için, çok sayıda mükellef nezdinde mükerrer şekilde gider indirimi yapılmasına
yol açar. Örneğin, bir bankadan kredi alıp iştiraklerine, faiz ve sair
giderlerini de aynen yansıtarak kullandıran bir holdingde, bu kredi faizi
dolayısıyla doğan FG’nin finansman giderinin yanı sıra, faizin yansıtılması
dolayısıyla finansman geliri de oluşacak, gelir ve giderlerinin eşitliği
dolayısıyla her hangi bir finansman gideri bulunmamasına rağmen, idari anlayışa
göre indirim uygulaması dolayısıyla vergi matrahı doğacaktır. Öte yandan, faiz
gideri yansıtılan firmada da indirime tabi tutulacağından, aynı finansman
giderinin mükerrer şekilde FGK’ya tabi tutulması söz konusu olacaktır.
FGK konusundaki düzenlemeler, OECD’nin
BEPS şeklinde kısaltılmış eylem planı içerisinde yer alan ve pek çok ülke
mevzuatında yer almaktadır. Bu konuda en öne çıkan düzenleme, Alman modeli
içerisinde yer alan faiz bariyeri (interest barrier) ile Amerikan mevzuatında
yer alan kazanç üzerindeki örtüyü aralama kurallarıdır (earning stripping
rules).
Müessesenin amacı, hem finansman
giderlerini enflasyondan ayıklamak hem de işletmeleri öz kaynak ile çalışmaya
teşvikdir. Bu teşvik amacına yönelik müesseselerden biri de “örtülü sermaye
faizi” müessesesidir. (Nakdi sermaye artırımına faiz teşviki de bu kapsamda
olmakla birlikte konumuz dışıdır).
İlişkili kişiden sağlanan yabancı kaynağın
örtülü sermaye müessesesine takılması ve ödenen faizin/kur farkının KKEG olarak
kabul edilmesi durumunda, zaten gider yazılmayan faiz/kur farkı giderinin, FGK
müessesesi uyarınca KKEG yazılacak kısmın hesabında nazara alınmaması
gerekmektedir. Örneğin, toplam 500 TL faiz ödemesi yapan bir firmanın, bunun
100 lira kısmını borcun ilişkili kişiden alınmış olması ve örtülü sermaye faizi
kapsamında bulunması nedeniyle KKEG yapmış olması halinde, FGK düzenlemesi
uyarınca % 10 kısmın hesabında faiz yükünü 400 TL olarak dikkate alması
gerekmektedir. Toplam faiz üzerinden yapılacak hesaplama 10 TL gibi mükerrer
KKEG’ye yol açacaktır.
FKG uygulamasında, her türlü yabancı
kaynak kapsama alınmış olması dolayısıyla ticari borçlar/alacaklar da kapsama
girecektir. Bu nedenle vadeli satışlarda, alıcıya tanınan vade de, KDV’deki
ifade ile alıcıya verilen bir finansman hizmetidir. Alıcının bu vade farkını da
FGK müessesesi kapsamında değerlendirmesi gerekmektedir. Bu noktada da iki
sorun karşımıza çıkmaktadır. Birincisi, faturada vade farkının ayrıştırılması
yapılmaksızın mal bedeline dahil edilmiş olunmasıdır. Burada vade farkının
nasıl ayrıştırlacağının belirlenmesi gerekmektedir. İkinci sorun ise FKG
uygulaması başlamadan önce düzenlenmiş faturaların da kapsama dahil olup
olmayacağıdır. Bu noktada karşımıza çıkan sorun, uygulamanın geçmişe etkili
şekilde yapılıp yapılmayacağıdır.
Ve nihayet KDV sorunu. FKG uyarınca
KKEG yapılan faiz veya kur farkı üzerinden ödenen KDV’nin indirilecek KDV
olarak kabul edilip edilmeyeceği de önemli bir sorundur. Bana göre, FKG
düzenlemesi, gerçek anlamda bir KKEG yaratmamaktadır. Eğer söz konusu KDV’nin
indirilmesi kabul edilmeyecek olursa, işletmenin gerçekten yaptığı giderlerin
KDV’sinin, nihai tüketiciymiş gibi üzerinde kalmasına yol açacak ve KDV’nin
temel felsefesi ihlal edilmiş olacaktır. Nitekim Gelir İdaresi, önceki uygulama
döneminde, FKG uygulaması dolayısıyla KKEG yapılan kısım üzerinden ödenen
KDV’nin de indirim konusu yapılabileceğini kabul etmişti (55 sayılı Kurumlar
Vergisi mülga Genel Tebliği md.10).
Bütün bu sorular ve sorunlar, uygulamayı
yakından ilgilendiren konulardır. Ben bu sorunlarla ilgili görüşlerimi
açıkladım. Ancak tabii ki önemli olan önce idari anlayışın Genel Tebliğ bazında
ortaya konulması, sonra da yargının görüşü.
Ancak belirtmeliyim, Kanun
düzenlemesinin yetersiz olması, ayrıntıları dikkate almaması dolayısıyla Gelir
İdaresinin işi zor.
FGK uygulaması, ilk geçici vergi
dönemi için de yapılacağından, idari anlayışın 31 Marta kadar ortaya konulması
gerekmektedir.