VERGİ DAVASININ AÇILMASI
Dr. A. Bumin DOĞRUSÖZ
Dünya Gazetesi / 8.12.2020
Bir vergi davası açılışında,
Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına verilen dilekçenin
harç ve posta ücretleri alındıktan sonra mahkeme defterine kaydı yapılır ve kayıt
tarih ve sayısı dilekçenin üzerine yazılır. Dava bu kaydın yapıldığı tarihte
açılmış sayılır.
Bu kayıt; sıra numarası, dava dilekçesinin
kayıt tarihi, varsa gönderen mahkeme, esas ve karar numarası ile karar tarihi,
dosyanın geliş tarihi, tarafları, varsa kanunî temsilcileri ile vekillerinin
kimlik bilgileri, varsa ticaret sicil numarası veya merkezî tüzel kişi kimlik
numarası, davanın konusu, davanın aşaması, karar numarası, tarihi ve sonucu,
kanun yolu işlemleri, bozma veya yenileme halinde dosyanın yeni esas numarası
ile düşünceler sütunlarından oluşur.
Davayı açacak olan davacının
Danıştay veya yetkili idare mahkemesi ve vergi mahkemesinin bulunduğu il
dışında olduğu hallerde; dilekçe ile davalara ilişkin her türlü evrak, Danıştay
veya yetkili mahkeme başkanlıklarına gönderilmek üzere, bulunulan ildeki idare
veya vergi mahkemesi başkanlıklarına, idare veya vergi mahkemesi bulunmayan
yerlerde büyükşehir belediyesi sınırları içerisinde kalıp kalmadığına
bakılmaksızın asliye hukuk hâkimliklerine veya yabancı memleketlerde Türk
konsolosluklarına verilebilir. Dilekçelerin bu yerlere verildiği tarih davanın
açılış tarihidir. Bu saydığımız yerlere verilen dilekçeler, en geç üç gün
içinde Danıştay veya ait olduğu mahkeme başkanlığına taahhütlü olarak gönderilir.
Herhangi bir sebeple harcı veya
posta ücreti verilmeden veya eksik harç veya posta ücreti ile dava açılmış
olması halinde, otuz gün içinde harcın ve posta ücretinin verilmesi ve
tamamlanması hususu daire başkanı veya görevlendireceği tetkik hakimi, mahkeme
başkanı veya hakim tarafından ilgiliye tebliğ olunur. Tebligata rağmen gereği
yerine getirilmediği takdirde bildirim aynı şekilde bir daha tekrarlanır. Harç
veya posta ücreti süresi içinde verilmez veya tamamlanmazsa davanın açılmamış
sayılmasına karar verilir ve davacıya tebliğ olunur.
Açılabilen bu davanın
görülebilmesi için en önemli husus, davanın süresinde açılmış olmasıdır. Vergi
davası açma sürelerini ve hesabını gelecek yazımıza bırakarak belirtmemiz
gerekir ki; idari işlemlere karşı açılacak davalarda süre
koşulu ihdasının en genel ifadesiyle idari istikrarın sağlanması şeklinde bir
meşru amacı bulunmaktadır. İdari istikrarın sağlanması ise Anayasa'nın 2.
maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir.
Süre konusu, kanunlara
yazıldığı kadar basit olmayıp, uygulamada pek çok çeşitli şekillerde sorun veya
sıkıntılara yol açabilmektedir. Bu sorun veya sıkıntılar giderek kişilerin
mahkemeye erişim haklarını da olumsuz etkileyecek düzeye dahi erişebilmektedir.
Bu nedenle, sürelerden bağımsız olarak sürelerin uygulanma esasları da önem
taşımaktadır. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir Anayasa Mahkemesi Kararında bu
esaslarla ilgili bazı önemli ilkelere yer verildi. Ben de Anayasa Mahkemesinin N.
Aslan Kararı (B. No: 2018/7166, 21.10.2020) ile vurguladığı bu esasları
aktararak bitireyim.
“Dava açma ya da kanun
yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı
imkânsızlaştırmadıkça -hukuki belirlilik ilkesinin gereği olarak- mahkemeye
erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ancak mevzuatta öngörülen süre
kurallarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin
hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına
başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebilir.
Bununla
birlikte yargısal başvuruların birtakım usul kurallarına tabi kılınması da tek
başına mahkemeye erişim hakkını zedelemez. Ancak yargısal başvuru usullerinin
belirli ve öngörülebilir olması gerekir. Dava açılmasına veya diğer kanun
yollarına başvurulmasına ilişkin dilekçelerin yetkili mahkemelere sunulma
yöntemine dair kanuni veya fiilî belirsizliklerin bulunması, kişilerin
mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
Öte yandan
mahkemelerin dilekçelerin sunulması yöntemine ilişkin usul kurallarını
uygularken kişilerin mahkemeye erişimlerini engelleyecek veya aşırı derecede
zorlaştıracak ölçüde bir şekilcilikten kaçınmaları gerekir. Ayrıca mahkemelerin
iç işleyişlerine ilişkin süreçlerdeki aksama ve hatalardan kaynaklanan
sorumluluk, yargısal koruma talep eden bireylere yüklenmemelidir. Bu bakımdan
yargısal başvurulara dair dilekçelerini ilgili mevzuatta öngörülen usule uygun
olarak yetkili yargı merciine sunan kişilerin kendilerine atfedilemeyen ve
tamamen mahkemelerin iç işleyişinden kaynaklanan hata ve aksamalardan sorumlu
tutularak mahkemeye erişimlerinin engellenmesi bu hakka yapılan müdahaleyi
ölçüsüz kılabilir.”
Kısaca usul kuralları önemlidir. Ancak mahkemeye erişim hakkının
ölçüsüz şekilde usul kurallarının feda edilmesi de hukuk devleti ile bağdaşmaz.