ÖRTÜLÜ SERMAYEDE
DÜZELTME KOŞULUNUN UYGULANABİLİRLİĞİ
NbEkonomi 15.9.2022
Kurumlar
Vergisi Kanununda, sermaye şirketlerinin özsermayelerinin üç katını aşan
ilişkili kişiden yapılmış borçlanmaları, aşan kısmı itibariyle, örtülü sermaye
olarak kabul edilmiş ve bu borçlanma karşılığı yapılan kur farkı, faiz, vade
farkı gibi ödemelerin gider yazılması kabul edilmemiş, gider yazılamayan faiz veya
faiz kısmı elde eden açısından da temettü (kâr payı) nitelendirilmiştir. Söz
konusu düzenlemeye göre elde ettiği faiz kâr payı kabul edilen -borç veren- kişi,
kurum ise elde ettiği faizi (yani kâr payını) iştirak kazançları istisnasından
yararlandırması, gerçek kişi ise koşulları varsa menkul sermaye iradı olarak yıllık
gelir vergisi beyannamesine konu edilmesi gerekmektedir.
Borç alan
kurumun örtülü sermayeyi oluşturan borcun faizini kanunen kabul edilmeyen
giderleri (KKEG) arasına almayıp matrahtan indirdiği tespit edilirse, bu husus bir re’sen tarhiyat sebebi oluşturur. Bu durum
da -borç alan nezdinde yapılan re’sen tarhiyata bağlı olarak- aynı zamanda bu
faizi gelir yazan kurumda da düzeltme yapılmasını, elde edilmiş ve kâr payı
kabul edilen faizin gelirler içerisinden çıkartılarak iştirak kazançları
istisnası kapsamına alınmasını gerektirir. Ancak Kanun, borç veren kurumda bu
düzeltmenin yapılmasını, bir başka anlatımla bu faizin gelir yazılması
dolayısıyla fazla ödenen kurumlar vergisinin ret ve iadesini, örtülü sermayeyi
kullanan kurum adına tarh edilen vergilerin kesinleşmiş ve ödenmiş olmasını
şartına bağlamıştır.
Uygulamada ki
daha çok holding veya grup şirket yapılandırmalarında, borcun örtülü sermayeyi
oluşturduğunu, borç ilişkisinin iki tarafı da pek çok halde başlangıçta
bilmekte ve bu yüzden başlangıçtan itibaren borç alan faizi KKEG yapmakta, borç
veren de aldığı faizi iştirak kazançları istisnasından yararlandırmaktadır. Bu
uygulama yasa karşısında olağandır ve bir sorun yoktur. Burada alacaklı kurum
nezdinde bir “düzeltme”den değil, “uyumlu hareket”den söz edilebilir.
Kurumlar Vergisi
Kanunu, örtülü sermaye konusunu düzenleyen 12. maddesinin 7. fıkrasının ilk
cümlesinde “Örtülü sermaye üzerinden kur farkı hariç, faiz ve benzeri ödemeler
veya hesaplanan tutarlar, Gelir ve Kurumlar Vergisi kanunlarının uygulanmasında,
gerek borç alan gerekse borç veren nezdinde, örtülü sermaye şartlarının gerçekleştiği
hesap döneminin son günü itibarıyla dağıtılmış kâr payı veya dar mükellefler için
ana merkeze aktarılan tutar sayılır.” hükmünü getirmekle, borç verenin elde
ettiği gelirin “faiz” niteliğinde olmayıp, “temettü” niteliğinde olduğunu
vurgulamıştır. Burada bir düzeltme söz konusu olmayıp, Kanunun farklı
nitelendirmesi -nitelendirme farkı yaratması söz konusudur.
Söz konusu fıkranın aktardığımız
cümlenin hemen devamında ise “Daha önce yapılan vergilendirme işlemleri, tam
mükellef kurumlar nezdinde yapılacak düzeltmede örtülü sermayeye ilişkin kur farklarını
da kapsayacak şekilde, taraf olan mükellefler nezdinde buna göre düzeltilir. Şu
kadar ki, bu düzeltmenin yapılması için örtülü sermaye kullanan kurum adına tarh
edilen vergilerin kesinleşmiş ve ödenmiş olması şarttır.” denilerek borç
veren kurumda faiz geliri yazılmış gelirlerin faiz olmaktan çıkartılıp, temettü
gelirleri arasına alınarak, iştirak kazançları istisnasından yararlandırılması,
bir başka deyişle borç veren kurumun kayıtlarının buna göre düzeltilmesi, “örtülü
sermaye kullanan kurum adına tarh edilen vergilerin kesinleşmiş ve ödenmiş olması”
koşuluna bağlanmıştır. Dikkat edilirse bu koşul, cümlenin başında da belirtildiği
gibi, daha önce yapılan vergilendirme işlemleri için geçerlidir.
Nitekim, daha önce yapılmış kayıt ve
vergilendirme işlemlerinin mükellef tarafından düzeltilmesi amacıyla verilecek
düzeltme beyanlarının kabulü, Uygulama Genel Tebliğinde vergi idaresinin inceleme
ve kabul koşuluna bağlanmıştır. Oysa aynı dönemde mükelleflerin uyumlu
hareketlerinde, inceleme ve kabul koşulu söz konusu değildir.
Bu nedenle borç verenin, borcu alan
şirket nezdinde bu borcun örtülü sermaye oluşturduğunu baştan bilmesi ve her
iki şirketin de kayıtlarını baştan (ilk geçici vergi döneminde) buna göre oluşturması
durumunda, borç alan şirket nezdinde vergi doğmuş ve ödenmiş olması koşuluna
bağlı değildir. Bu koşul, borç alan şirket nezdinde, borcun örtülü sermayeyi oluşturduğunun
sonradan fark edilerek düzeltme beyannamesi verilmesi veya durumun bir vergi
incelemesi ile tespit edilerek re’sen tarha konu edilmesi halinde karşımıza
çıkacak ve borç veren nezdinde düzeltme yolu ile vergi iadesi yapılabilmesi
borç alan nezdinde doğan verginin kesinleşmesi ve ödenmesi ile mümkün
olabilecektir.
Nitekim İdari anlayış önce, düzetme için
öngörülen bu şartın, uyumlu hareket için aranmayacağı yönündeyken daha sonra uyumlu
hareket halinde de bu koşulun aranacağı, bir başka deyişle “borç veren şirketin
aldığı faizi iştirak kazançları istisnasından yararlandırılmasının borcu
kullanan kurumun mali kârı ile sınırlı olacağı” yönünde değişmişse de yakın
tarihli bir Özelge, idari anlayışın tekrar ilk şekle dönüştüğünü göstermektedir.
Bence doğrusu da budur.
Görüş olarak benim de katıldığım, İstanbul
Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 15.12.2020 tarih ve 933530 sayılı Özelgesinde; “örtülü
sermaye şartlarının gerçekleştiği geçici vergi döneminde örtülü sermaye
hükümleri dikkate alınarak hesaben düzeltme yapılabilmesi için Kurumlar Vergisi
Kanununun 12 nci maddesinin yedinci fıkrası kapsamında düzeltme şartlarının
varlığının aranmayaca”ğı ifade edilmiştir.
Bahsettiğim özelge ile ortaya konulan görüş
aynı zamanda, Danıştay 9. Dairesi'nin yakın tarihli E.2016/4272, K.2019/2403
sayı ve 11.5.2019 tarihli ve E.2018/4499, K.2021/4093 sayı ve 20.9.2021 tarihli
son Kararlarında benimsenen görüşü de yansıtmaktadır.
Ancak bu şekilde ortaya çıkan ve haklı idari
anlayışa ve yargı kararlarına rağmen, maalesef aksi yönde inceleme raporları ve
tarhiyatlara rastlamaktayız.