UYUMLU MÜKELLEF İNDİRİMİNDE BİR HUKUKA AYKIRILIK
Dr.
A. Bumin Doğrusöz
Dünya
Gazetesi 27.4.2021
Gelir Vergisi Kanunun mükerrer 121.
maddesinde düzenlenmiş “vergiye uyumlu mükelleflere vergi indirimi” başlıklı
madde düzenlemesine göre bu indirimden yararlanma koşullarından birisi de,
“indirimin hesaplanacağı beyannamenin ait olduğu yıl ile bu yıldan önceki son
iki yıl içerisinde beyana tabi vergi
türleri itibarıyla ikmalen, re’sen veya idarece yapılmış bir
tarhiyat bulunmaması” şeklinde belirlenmiştir.
Mükelleflerin vergi indiriminden
yararlanacakları yıla ilişkin beyannamelerinin ait olduğu yıl ile bu yıldan
önceki son iki yıl içerisinde haklarında beyana tabi vergi türleri
itibarıyla ikmalen, re'sen veya idarece yapılmış bir tarhiyat
bulunmaması gerekmektedir. Söz konusu dönemlerde haklarında ikmalen, re’sen veya
idarece yapılmış bir tarhiyat bulunan mükelleflerin, tarhiyatın kesinleşip
kesinleşmediğine bakılmaksızın, indirimden yararlanması Genel Tebliğ bazında açıklanmış
idari anlayışa göre mümkün değildir. Dikkat ederseniz bu anlayışta, tarhiyatın
hukuka uygun olup olmamasına göre bir ayırım yapılmamıştır.
Yine Genel Tebliğ bazında yapılan
açıklamaya göre; söz konusu dönemlere ilişkin
olarak ikmalen, re'sen veya idarece yapılmış tarhiyatların
indirimin hesaplanacağı gelir veya kurumlar vergisi beyannamesinin verilmesi
gereken süreden önce kesinleşmiş yargı kararlarıyla veya Vergi Usul Kanununun
uzlaşma ya da düzeltme hükümlerine göre tamamen ortadan kaldırılmış olması ve
diğer şartların da sağlanması kaydıyla vergi indiriminden yararlanılması mümkün
olacaktır. Ancak, yapılan tarhiyatların kesinleşmiş yargı kararları,
uzlaşma veya düzeltme hükümleri ile kısmen ortadan kaldırılması durumunda ise
indirimden yararlanılamayacaktır. Bu konuda 312 sayılı Genel Tebliğ’de, hukukçu
olarak katılma olanağı bulamadığımız bir örnek de yer almıştır.
Bu açıklama ve örnekteki gibi açılmış
bir davanın iki yıl içerisinde kesinleşmiş bir kararla sonuçlanması
gerektiğinin kabulünün yargı pratiğine aykırılığını bir kenara bıraksak dahi, söz
konusu kabul, hukuk ilkeleri ile pek bağdaşmamaktadır. Her şeyden önce “tarhiyatın,
indirimden yararlanılacak beyannamenin verilmesi gereken tarihe kadar
kaldırılmış olması” koşulu, vergilerin yasallığı ilkesine aykırı olarak Genel
Tebliğ ile ihdas edilmiştir. Kanun sadece yargı tarafından kaldırmadan söz
etmekte, bir süre sınırlaması getirmemektedir.
Sırf yargının kesinleşmiş kararının geç
oluşması bahane edilerek, bir mükellef hakkı yok edilemez. Burada geç oluşma,
mükellefin bir kabahatinden kaynaklanmayıp, yargı hizmetinin kurulması ve
çalışmasına ilişkin mükellefe yüklenemeyecek bir hizmet kusurundan
kaynaklanmaktadır. Bireysel başvuru kararlarında da belirtildiği gibi asıl olan
makul sürede yargılamadır. Makul sürede yapılmayan yargılamaların hak ihlalini
oluşturduğu, Anayasa Mahkemesi kararları ile sabittir. Kaldı ki zaten Kanun
maddesinde, yargı kararının indirimden yararlanılacak beyannamenin verileceği
tarihe kadar sonuçlanmış olması koşulu yoktur.
Bu gibi durumlarda, mükelleflere ilgili
yıl için düzeltme beyannamesi verilmesi ve bu beyannamede uyumlu mükellef
indiriminden yararlanmasının sağlanması gerekmektedir. Zira Kanun koyucunun bu
koşulu ile haksız ve hukuka aykırı tarhiyatları da kapsama aldığı düşünülemez. Aksi
halde, idare haksız ve hukuka aykırılığı yargı kararı ile sabit idari işlemi
ile mükelleflerin uyumlu mükellef indiriminden yararlanma hakkını elinden almış
duruma düşer.
İdare olarak, inceleme yapacaksınız, bu
incelemenin haksızlığı ve hukuka aykırılığı yargı kararı ile sabit olmuş olsa
dahi, “hakkında tarhiyat yapıldı” diyerek indirimden yararlandırtmayacaksınız.
Olmaz.
Bu durumda idarenin haksız ve hukuka
aykırılığı kesinleşmiş yargı kararı ile tespit edilmiş işlemine bağlanmış bir
başka hukuki sonuç –indirimden yararlandırmama- ortaya çıkmaktadır. Bu hukuki sonucun ise, işlem temelinin hukuka
aykırılığı dolayısıyla hukuka aykırı olacağı açıktır.
İdare, yargı kararları ile bağlıdır ve
İdari Yargılama Usulü Kanununa göre 30 gün içerisinde kararı uygulamakla
yükümlüdür. Böyle bir durumda ise, İdarenin iptal kararını uygulayarak haksız
tarhiyatını iptal (terkin) etmiş olması, yargı kararına uymak anlamına da
gelmeyecektir. Çünkü idare, yargı kararına uyma, haksız ve hukuka aykırılığı
tespit edilmiş işlemi tüm sonuçları ile ortadan kaldırmakla mümkündür. Kaldı ki
idari yargıda iptal kararı, hukuka aykırı işlemi yapıldığı andan geçerli olmak
üzere ortadan kaldırmaktadır. Bu nedenle haklarında yapılmış tarhiyatları
kesinleşmiş yargı kararı ile iptal edilen mükelleflerin, düzeltme beyannamesi
verme hakkının tanınması, bir hukuki zorunluluktur.
Bu durumdaki mükellefler ne
yapabilirler. Birincisi yine düzeltme beyannamelerini verirler, idare reddeder
ve bu red işlemi iptal davasına konu edilir. Bu konuda İYUK md. 10’dan da
yararlanılabilir. Burada klasik anlamda düzeltme söz konusu olmadığından, tarh
zamanaşımı süresinin de talep için bir sınırlama getirmediğini düşünmek
durumundayız.
İşini daha sağlama almak isteyenler
beyannamelerini, tarhiyat aleyhine açılmış davayı kazanmaları halinde bu
indirimden yararlanma ve talep haklarını saklı tuttuklarına ilişkin bir dilekçe
ile verebilirler veya vergi dairesine bu yönde bir dilekçe de verebilirler (idare
dilekçeyi almazsa iadeli taahhütlü şekilde gönderebilirler).
İkinci yol ise daha kısa bir yoldur.
Haksız ve hukuka aykırılığı sabit olmuş bir işlemle, uyumlu mükellef haklarının
ellerinden alınmış olması dolayısıyla idare aleyhine tazminat davası açmak ve
yararlanılamayan indirim tutarının tazminini talep etmektir. Bu dava da bir tam
yargı davasını olşturacaktır.
İdarenin bu davalarla uğraşmamak için
tek yapacağı ise Genel Tebliğ’deki anlayışını değiştirerek, haklarında yapılan
tarhiyatın kesinleşmiş yargı kararı ile kaldırıldığı hallerde mükelleflere
düzeltme beyannamesi verme yolunu açmaktır.