FATURANIZI VERMEZLERSE
NbEkonomi 15.12.2022
Kurumlar
vergisi, mükelleflerin bir hesap dönemi içerisinde elde ettikleri safi kurum
kazancı üzerinden hesaplanır ve safi kurum kazancının tespitinde Gelir Vergisi
Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümleri uygulanır. Dolayısıyla kurum kazancının
tespit edilmesi sırasında, Vergi Usul Kanunu'nun değerlemeye ait hükümleri ile
Gelir Vergisi Kanununun indirilebilecek giderleri düzenleyen hükümleri de
dikkate alınmak durumundadır.
Gelir Vergisi
Kanununun "İndirilecek Giderler" başlıklı 40/1. maddesinin (1).
bendinde; kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel
giderlerin, (7). bendinde de Vergi Usul Kanununa göre ayrılan amortismanların
safi kazancın tespitinde indirim konusu yapılabileceği hükme bağlanmıştır.
Bu bilgilerin ışığında
yazımızda, bir mükellefin amortismana tabi bir iktisadi kıymet alıpta bu
kıymetin faturasını alamadığı bir durumda veya harcamasını belgelendiremediği
bir durumda bu kıymeti envanterine kaydedip amortisman ayırıp ayıramayacağı yahut
gider yazıp yazamayacağı sorusuna cevap arayacağız.
Dikkat
edilirse, giderlerin düşülmesi veya amortismanın ayrılıp gider yazılabilmesi
için, Gelir Vergisi Kanununun ilgili maddelerinde belgeye bağlama ve belgeyi
deftere kaydetme koşulu, KDV Kanunundaki gibi aranmamış, sadece işlemin
gerçekliği, bedelin emsale uygunluğu ve illiyet bağı öne çıkartılmıştır. Aksi
düzenleme ise KDV Kanununda söz konusudur. Bu kanunda, yüklenilen KDV’nin
indirilebilmesi için, işlemin gerçekliği, bedelin emsale uygunluğu, illiyet
bağı gibi özelliklerin yanı sıra işlemin geçerli bir belge ile tevsik edilmesi
ve belgenin deftere kaydedilmesi de birer ayrı koşul olarak karşımıza
çıkmaktadır (KDVK md.29). İki vergideki bu farklılık ise doğaldır. Zira gelir
vergisi bir kazanç vergisidir ve gerçek kazancı, safi tutar olarak mükellefin
gerçek mali gücü kapsamında vergilemeyi hedefler. Buna karşılık KDV, böyle bir
hedefi olmayan bir muamele vergisidir.
Bu nedenle bence bu mükellef; işlemi gerçekse,
aldığı amortismana tabi iktisadi kıymeti işletmesine getirip işiyle ilgili
olarak kullanmaya başladı ise, bu iktisadi kıymetle üretim yapıyorsa, kıymetin
bedeli emsale uygunsa, bu kıymeti defterine kaydederek amortisman ayırmaya
başlayabilir. Ancak belge alamadıysa, belgeyi alamadığını vergi idaresine
bildirmesi, böyle bir durumda basiretli bir davranış olacaktır. Eski bir Danıştay Kararına konu bir hadiseden
hareketle örnekleyelim. Müteahhit yaptığı binaya asansör de koyduysa, ancak
asansör firmasından belge alamadıysa, maliyetlerde asansörü dikkate almayıp,
binayı asansörsüz mü kabul edeceğiz. Böyle yaparsak, müteahhidin kazancını
gerçeğe aykırı matrah üzerinden vergilemiş oluruz.
Vergi idaresinin
mükellefin kendisine yapacağı bu ihbar üzerine olayı inceleyip, fatura
vermeyeni cezalandırması gerekir. Mükellefin alımı gerçekse ve gerçeğe uygun
bedele dayanıyorsa, mükellefe hiçbir cezai işlem yapılamaz veya amortismanın
reddi yoluna gidilemez. Zira mükellefin faturayı zorla alma hak ve yetkisi
yoktur. Zaten böyle bir yola gidecek olursa hareketi suç oluşturacaktır.
Burada önemli olan
harcamanın gerçekliği, bedelin emsale uygunluğu ve tabii ki harcama ile
faaliyet konusu arasında illiyet bağının bulunmasıdır (Bütün bunların ispat yükü de belgesiz kayıt
yapandadır).
Bu gibi bir olaylarda
idari anlayış ise maalesef, biraz “ipe un sermeyi” çağrıştırmaktadır. Nitekim
geçmişte Şanlıurfa Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından 64958909-213-15 sayı ve
24.5.2016 tarihli Özelgesi ile “Satın
aldığınız makinalara ilişkin faturanın satıcı firmadan alınamaması durumunda,
söz konusu makinaları envanterinize kaydedebilmeniz ancak, satıcı firma
hakkında yapılacak bir vergi incelemesi sonucunda işlemin gerçekliğinin ortaya
konulması halinde söz konusu olabilecektir. Öte yandan, belirtilen şekilde
yapılacak bir tespit sonrasında envanterinize kaydedebileceğiniz iktisadi
kıymetler için amortisman ayırabileceğiniz tabiidir.” şeklinde görüş açıklanmıştır. Yani vergi idaresi diyor ki, durumu
bana bildir, tarh zamanaşımı süresi içerisinde satıcıyı bir ara incelerim,
-eğer bu arada mükellef kaybolmazsa, adresini değiştirmezse, işi bırakıp
adres-i meçhule gitmezse- ve eğer satışa rağmen fatura verilmediğini saptarsam
amortisman ayırırsın, yoksa ayıramazsın.
Sağlıklı belge düzenini oluşturacak ve kontrol edecek gelir
idaresi veya VDK’nın konuyu hemen üzerine gidilecek bir konu olarak görmeyip, tarh
zamanaşımı süresi içinde sürüncemeye bırakıp, belgesini alamayan mükellefi
zorda bırakması, gider yazma veya amortisman ayırma hakkını geciktirmesi veya elinden
alması, hem yasa hem de mükellef hakları ile bağdaşmamaktadır. Şimdi burada
idarenin, söz konusu tespiti yapana kadar, mükellefin gerçek ve safi
gelirlerini vergilendirdiğini, yani hukuka uygun vergi saldığını söyleyemeyiz.
Bence idari anlayışın, “sen gider yaz veya amortisman
ayırma hakkını kullan, haksız kullandığını tespit edersem seni cezalandırırım,
sana fatura vermeyeni de ben inceler cezalandırırım” şekkinde olması gerekirdi.
Mükellef haklarını içselleştirmediğimiz sürece, daha çoook af kanunu ve matrah
artırımı yaşarız. Fatura
vermeyenlerin veya yarı oranda fatura koşulu ile satış yapanların çoğaldığı
yönündeki duyumlardan hareketle idarenin bu gibi durumlarda yapılacak
uygulamayı bir sirküler ile düzene bağlamasında yarar vardır.