HUKUK GÜVENLİĞİNİ YOK EDEN TAHSİL ZAMANAŞIMI
Dr. A. Bumin
Doğrusöz
Dünya
/ 21.6.2022
Vergi
hukukumuzda, çeşitli zamanaşımı düzenlemeleri mevcuttur. Bunlardan, tarh
zamanaşımı, düzeltme zamanaşımı ve ceza kesme zamanaşımı süreleri Vergi Usul Kanunu’nda,
tahsil zamanaşımı ise Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’da
düzenlenmiştir. Ceza davası ile ilgili zamanaşımı süreleri ise Türk Ceza
Kanunundadır. Bu gün, bu zamanaşımı sürelerinden tahsil zamanaşımı üzerinde tekrar
durmak istiyorum.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil
Usulü Hakkındaki Kanunun 102. maddesine göre kamu alacağı, kural olarak, vadesinin
rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde
tahsil edilmezse zamanaşımına uğrar.
Zamanaşımı konusu iki önemli kavramı
daha karşımıza çıkarmaktadır. Bunlar, zamanaşımının kesilmesi ve durmasıdır.
Zamanaşımını durduran sebepler genellikle bir süreçtir ve bu sebebi oluşturan
süreç boyunca zamanaşımı süresi işlemez. Zamanaşımını durduran sebebin ortadan
kalkması ile birlikte süre kaldığı yerden işlemeye devam eder. Zamanaşımını
kesen haller ise genellikle nokta olaylardır. Bu sebeplerin gerçekleşmesi ile
birlikte zamanaşımı süresi, bazen sebebin gerçekleşmesinden bazen de izleyen yılbaşından
itibaren yeni baştan işlemeye başlar.
Tahsil zamanaşımını durduran sebepler,
6183 sayılı Kanununun 104. maddesinde “Borçlunun yabancı memlekette bulunması,
hileli iflâs etmesi veya terekesinin tasfiyesi dolayısıyla hakkında takibat
yapılmasına imkân olmaması” şeklinde sayılmıştır. Bu hallerin devamı süresince
zamanaşımı işlemez ve işlememe sebeplerinin kalktığı günün bitmesinden itibaren
başlar veya durmasından evvel başlamış olan sürecine göre devam eder.
Tahsil zamanaşımını kesen ve dolayısıyla
yeni baştan başlamasına sebep olan haller ise bu Kanununun 103. maddesinde sayılmıştır.
Maddeye göre, ödeme, haciz tatbiki, cebren
tahsil ve takip muameleleri sonucunda yapılan her çeşit tahsilat, ödeme emri
tebliği, mal bildirimi, mal edinme ve mal artmalarının bildirilmesi, saydığımız
bu işlemlerin herhangi birinin kefile veya yabancı şahıs ve kurumlar
mümessillerine tatbiki veya bunlar tarafından yapılması, ihtilâflı kamu alacaklarında
yargı mercilerince bozma kararı verilmesi, kamu alacağının teminata bağlanması,
yargı mercilerince yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi, iki kamu idaresi
arasında mevcut bir borç için alacaklı kamu idaresi tarafından borçlu kamu idaresine
borcun ödenmesi için yazı ile müracaat edilmesi, kamu alacağının özel kanunlara
göre ödenmek üzere müracaatta bulunulması ve/veya ödeme planına bağlanması
tahsil zamanaşımını keser ve bu durumda kesilmenin rastladığı takvim yılını
takip eden takvim yılı başından itibaren zamanaşımı yeniden işlemeye başlar.
Görüldüğü gibi kamunun her hareketi
tahsil zamanaşımını kesmekte ve yeniden başlatmaktadır. Örneğin vadesi 2 Şubat
2005 yılında olan bir kamu alacağı için 30 Aralık 2010 tarihinde mükellefe
ödeme emri tebliğ edildiğinde, tahsil zamanaşımı 31.12.2010 tarihinden 31.12.2015 tarihine uzamakta, bu
arada Ağustos 2013 tarihinde mükellefe haciz tatbik edilmesi halinde bu defa
tahsil zamanaşımının süresi 31.12.2018 tarihine uzamakta, haczedilen malların
2015 yılında satışa çıkması halinde zamanaşımı süresi 31.12.2020 tarihine
uzamaktadır. Haczedilen malların satış bedelinin borcu karşılamaması sebebiyle
15.8.2019 tarihinde ilave haciz yapılması halinde zamanaşımı 31.12.2024’e kadar
uzamaktadır. Bu örneklerle süreyi sonsuza kadar uzatmak mümkündür.
Bu arada idare hiçbir hareket yapmasa da
biraz memurların işgüzarlığı birazda kamu alacağını zamanaşımına uğratma
sorumluluğunu taşıma endişesi ile, zamanaşımının dolmasına birkaç gün kala mükellef
adına vezneye 5,- veya 10,-TL gibi paralar yatırılmakta, kısmi ödeme yapıldığı
içinde zamanaşımı süresi bir türlü dolmamaktadır. Neyse ki Danıştay, hayatın
olağan koşulları içerisinde mükelleften beklenemeyecek bu şekildeki çok küçük
ödemelerin, zamanaşımını kesici bir unsur olamayacağını kabul etmektedir.
Zamanaşımını kesen hâlleri tek tek değerlendirirseniz
bir sorun gözükmemektedir. Ancak bu hâllerin birlikte ve birbirlerine etkisi ile
değerlendirilmesi ve zamanaşımı süresinin hesabı üzerinde doğurduğu nihai sonuç
dikkate alınmalıdır. Bu hâller birlikte değerlendirildiğinde ve her bir hâl birbirine
eklendiğinde, hukuk güvenliğini yok edecek şekilde ve zamanaşımı müessesesinin
amacı ile bağdaşmayacak şekilde sonsuz bir zamanaşımı karşımıza çıkmaktadır. Burada
bir üst sınır getirilmemiş olması, zaman aşımını kesen hâlleri düzenleyen 104. maddeyi
hukuk devleti ilkesine ve dolayısıyla Anayasaya aykırı hale getirmektedir.
Dolmayan zamanaşımı olmaz. Aksi hâlde
zamanaşımı düzenlemeleri, göstermelik olmaktan öte bir anlam ifade etmez. Bu
tür düzenlemeler, hem mükellefleri ömür boyu tedirgin ettiği gibi, idareyi de
rehavete sürükleyici işlev yüklenirler. Bu nedenle Kanuna veya maddeye “durma
veya kesilme sebebiyle zamanaşımın uzadığı hallerde zamanaşımı süresi 112. maddede
yazılı asli zamanaşımı süresinin iki katını geçemez” şeklinde bir kuralın eklenmesi
gerekmektedir.
Nitekim tarh zamanaşımı
süresini düzenleyen Vergi Usul Kanunun 114. maddesinde takdir komisyonunda
geçen sürenin sınırsız bir şekilde zamanaşımını durdurması, Anayasa Mahkemesinin
E. 2006/124 K. 2009/146 sayı ve 15.10.2009 tarihli Kararı
ile hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerine aykırı bulunarak iptal edilmiştir.
Bu önemli Kararın, konumuz açısından çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.
Burada Ceza Kanunundan
da bir örnek verilebilir. TCK md. 66’da dava zamanaşımı süresi düzenlenmiş, 67.
maddede zamanaşımı süresini durduran veya kesen pek çok durum sayılmış, ancak
maddenin son fıkrasında zamanaşımının kesilmesi halinde zamanaşımı süresinin
ilgili suç için belirlenmiş sürenin en fazla yarısına kadar uzayacağı hükme
bağlanmış ve sınırsız (dolmayan) zamanaşımının önüne geçilmiştir.
Bu nedenle düzenlemenin
Anayasa Yargısının denetiminde geçirilmesinde yarar vardır.
Hep bana adaleti ile düzenlenmiş bu
hükümlerin, hazine açısından bakıldığında son derece güzelse de, mükellef
hukuku, hukuk devleti anlayışı ve hukuk güvenliği ilkeleri açısından
savunulması mümkün değildir.
Aslına bakılırsa, 6183 sayılı Kanun,
hukuk devleti ve mükellef hakları açısından son derece tartışmalı ve sakıncalı
hükümler içermektedir. Bu Kanunun, sadece zamanaşımı yönünden değil, bütünüyle
gözden geçirilmesi gereğinin zamanı artık gelmiştir. Yıllardır 6183 sayılı
Kanunun adaletsizlikleri ve hukuka aykırılıkları üzerinde duruyorum ama maalesef
bu konuda henüz bir çalışma yok.