ETKİN PİŞMANLIĞIN KOŞULU DA AYM’DE
Dünya / 5.7.2022
Vergi Usul Kanununun
hürriyeti bağlayıcı ceza ile yaptırıma bağlanmış fiilleri ve cezalarını
düzenleyen 359. maddesinde, bilindiği gibi Nisan ayında 7394 sayılı Kanunla
önemli değişiklikler yapılmıştı. 359. maddede yer alan ve suç olarak kabul
edilen fillere verilecek cezaların üst sınırı artırılmış, maddeye zincirleme
suç ve bu günkü yazımızın konusunu oluşturan etkin pişmanlıkla ilgili
düzenlemeler eklenmişti.
Etkin pişmanlık, işlenen suçtan dolayı kişinin sonradan
pişman olarak suç teşkil eden fiilin meydana getirdiği olumsuzlukları gidermesi
veya suçun unsurlarının yahut diğer suçluların ortaya çıkarılması ve/veya suçun
yarattığı zararın giderilmesine olumlu katkı sunması dolayısıyla bir nev’i af
veya ceza indirimi uygulanmasını sağlayan bir ceza hukuku kurumudur. Getirilen düzenleme
şu şekilde:
"Bu
maddede yazılı fiillerle verginin ziyaa uğratıldığının tespit edilmesine bağlı
olarak tarh edilen verginin, gecikme faizi ve gecikme zammının tamamı ile
kesilen cezaların yarısı ve buna isabet eden gecikme zammının; soruşturma
evresinde ödenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında, kovuşturma evresinde
hüküm verilinceye kadar ödenmesi halinde ise verilecek ceza üçte bir oranında
indirilir. Tarh edilen vergi ve vergi aslına bağlı olarak kesilen cezanın
bulunmadığı durumlarda verilecek ceza yarı oranında indirilir.”
Ancak 7394 sayılı
Kanunla getirilen etkin pişmanlık müessesesinden yararlanma, bir sonraki
fıkrada aşağıdaki koşula bağlanmıştır. Fıkra şöyle;
“Yukarıdaki
fıkralarda belirtilen ceza indiriminden faydalanabilmek için vergi mahkemesinde
dava açılmaması, açılmışsa feragat edilmesi, kanun yollarına başvurulmaması
veya başvurulmuşsa vazgeçilmesi şarttır.”
Bu düzenlemeyi 7394
sayılı Kanun Teklif aşamasında iken; “acaba burada, yargı denetiminden
kaçırılmış raporlarla ve ceza tehdidi ile vergi toplanması mı amaçlanmaktadır? Vergi
idaresi mükellefi suçlayan rapor hazırlayacak, mükellefte az ceza alayım veya
yatarı olmayan ceza alayım diye, rapora dava bile açmadan kuzu kuzu ödeyecek. Bu
düzenleme giderek kalitesi düşük, yeterince delillendirilmemiş, yorum veya usul
hataları ile dolu raporları çoğaltmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Öte
yandan cezadaki indirim cezayı, tecil veya hükmün açıklanmasının ertelenmesi
sınırlarının kapsamına taşıyacaktır. Bu da yatarlı cezaları ve dolayısıyla cezanın
etkinliğini azalacaktır” şeklinde eleştirmiştim (“Vergi Suçlarında Etkin
Pişmanlık ve Hukuk” Dünya Gazetesi 29.3.3022)
Bu fıkra, “idarenin her
türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tâbidir” diyen Anayasa md. 125’e aykırı
olduğu gibi, vergi mahkemesinde dava açmayı yüksek ceza alma riskine bağlayarak
engellemesi dolayısıyla da yargıya erişim ve hak arama hürriyetini düzenleyen
36. maddesine de aykırıdır. Kişiler daha ağır ceza tehdidi ile vergilendirme
işlemine karşı dava açmaktan caydırılmakta, bir başka deyişle dava açanlar,
daha ağır hürriyeti bağlayıcı ceza alma riski ile karşı karşıya
bırakılmaktadır.
Burada hem pişman olup
hem de idari para cezasından kurtulmak için kişilerin dava açması, bir çelişki
gibi görülebilir. Ancak bu yüzeysel bir bakış açısıdır. Kişilerin, hukuk
devletinde hukuka uygun işlemlere muhatap olmaları gerekir. Kişilerin, muhatap
oldukları idari işlemlerin bir kez de yargıç denetiminden geçmesini istemesi,
en tabii hakkıdır. İdari işlem özünde doğru olsa bile hukuken sakat olabilir.
Örneğin gerçekten sahte belge kullanmış bir mükellef aleyhine ceza tarhiyatının
yetkisiz vergi dairesi tarafından yapılmış olması veya zamanaşımı süresinden
sonra tebliğ edilmiş olması halinde, mükellefin sahte belge kullanmış ve
bilincinde olmuş olması bu mükellefin muhatap olduğu ceza tarhiyatını hukuka
uygun kılmaz.
Bu arada dava
açmaksızın ödemeyi yapan kişi, beraat ederse ne olacaktır? Ceza mahkemesinde
beraat etme, vergi mahkemesinde de davayı kazanma veya en azından cezanın bir
kata düşürülmesi olasılığını da ortaya koyar. Vergi mahkemesine de yüksek ceza
tehdidi ile gidilmedi ise hakkaniyet ve adalet nasıl gerçekleşecektir. İdare, tahsil
ettiğini hiçşüphesiz iade etmeyecektir. Hazine bu durumda yargı denetiminden
kaçırılmış raporlarla haksız kazanç elde etmiş olmayacak mıdır? Bu soruların
cevabının anılan fıkrada verilmemiş olması, ödenen cezanın iade edilmeyecek
olması, idari para cezası ile hürriyeti bağlayıcı cezanın farklı ve bağımsız
çalışan müesseseler olduğunu, farklı menfaatleri koruduğunu ve bağımsız
düzenlemeler olduğunu da göstermektedir. O halde bir ceza hukuku müessesesinin
uygulanmasının idari yargıya ait iptal davası müessesesine bağlanması, özünde
de koşulun yanlış olduğunu göstermektedir.
Öte yandan bu koşul
olmasa idi, Anayasa Mahkemesinin “ceza yargısı ile vergi yargısı arasında
ilişki olması gerekir” gerekçeli Kararının (E.2019/4 K.2021/78 T.4.11.2021)
gereği de yerine gelmiş olacak, mahkemelerden birinin devre dışı bırakılmaması
iki yargı manzumesi arasından ilişki kurulmasına da yol açılacaktı.
Anılan yazımda sanıkların
ödeme yapma koşuluyla vergi mahkemesinde dava açarak, vergi mahkemesinde dava
açmış olmalarının etkin pişmanlıktan yararlanmalarına engel oluşturan fıkranın
Anayasaya aykırılığını ceza mahkemelerinde ileri sürmelerinin ihtimal dahilinde
olduğunu söylemiştim.
Nitekim aldığım
duyumlara göre pek çok mahkeme, söz konusu fıkranın Anayasa’ya aykırılığının
tespiti için şimdiden Anayasa Mahkemesine başvurmuş. Hatta başvuran Asliye Ceza
Mahkemelerinden birinin hâkimi, “Anayasaya aykırılık o kadar açık ki, başvuru
dilekçesini uzun uzun yazmaya bile gerek duymadım” dedi.
Bakalım Anayasa
Mahkemesi ne diyecek. Bekleyip göreceğiz.