DKV ve VERGİNİN
YASALLIĞI İLKESİ
Dr. A. Bumin DOĞRUSÖZ
Dünya Gazetesi / 6.2.2020
Her verginin
bir konusu (ne üzerinden alındığı) ve bu konu ile ilişkisi (elde etme, malik
olma, teslimde bulunma, tanzim etme gibi) dolayısıyla üzerine vergi borcu düşen
bir mükellefi vardır. Ve biz vergi hukukçuları bunları “verginin yasallığı
ilkesi” uyarınca Kanuna bakarak belirleriz.
Anayasamızın
73. maddesin 3. fıkrasında yer alan “vergi, resim, harç ve benzeri
yükümlülükler kanunla konulur, kaldırılır ve değiştirilir.” hükmü ile ifade
olunan “verginin yasallığı ilkesi”, batı demokrasilerinde uzun bir tarihsel gelişim
sonucu ortaya çıkmış ve çağdaş anayasalara girmiş bir ilkedir. İlkenin
tarihinin parlamentoların tarihi ile eşzamanlı olduğu söylenebilir.
Üzerinde pek
çok doktora tezi, kitap ve makale yazılmış bu ilke, günümüzde de pek çok
Anayasa Mahkemesi Kararında ve Danıştay içtihatlarında özenle işlenmiş ve
titizlikle korunmuş bir ilkedir.
Anayasamızın
bu ilkeyi benimseyen hükmü, kanun koyma hak ve yetkisini T.B.M.M.’ne veren 87.
maddesi ve yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine ilişkin 7. maddesi ile
birlikte değerlendirildiğinde; vergi, resim, harç ve benzeri mali
yükümlülüklerin ancak T.B.M.M. tarafından konulup kaldırılabileceği veya
değiştirilebileceği, yasama organının bu yetkisinden vaz geçemeyeceği ve bu
yetkisini yürütme organına bırakamayacağı veya devredemeyeceği veya bu anlama
gelecek bir tasarrufta da bulunamayacağı sonucu ortaya çıkmaktadır. Yasama
organı ancak bu konudaki yetkisini kullandıktan, belirlemeleri yaptıktan sonra
sadece bazı konularda (istisna, indirim, oran, tarife konularında) yürütme
organına değişiklik yapma yetkisi verebilir. Bu yetki de ancak aşağı ve yukarı
sınırları çizilerek, belli sınırlar içinde verilebilir.
"Anayasa
koyucu her çeşit mali yükümün kanunla konulmasını buyururken, keyfi ve takdiri uygulamaları önlemeyi amaçlamıştır.
Kanun koyucunun yalnız konusunu belli ederek bir mali yükümün ilgililerine
yükletilmesine olur vermesi, bunun
kanunla konulmuş sayılması için yeterli olamaz. Mali yükümlerin matrah ve
oranları, tarh ve tahakkuku, tahsil usulleri, yaptırımları, zamanaşımı, yukarı
ve aşağı sınırları gibi çeşitli yönleri vardır. Bir mali yüküm bu yönleri
dolayısıyla, yasayla yeterince çerçevelenmemişse, kişilerin sosyal ve ekonomik
durumlarını, hatta temel haklarını
etkileyecek keyfi uygulamalara yol açabilmesi mümkündür. Bu bakımdan mali
yükümler, belli başlı öğeleri de açıklanarak ve çerçeveleri kesin çizgilerle
belirtilerek yasalarla düzenlenmelidir." (Anayasa Mahkemesinin E.1986/5 K.1987/7 sayı
ve 19.3.1987 tarihli Kararı)
Anayasa
Mahkemesinin onlarca kararında vurgulanan bu saptamasından da görüldüğü gibi,
bir verginin yasama organınca konulmuş sayılabilmesi için, onun yalnızca konusunun kanunla belirlenmesi
yeterli değildir. Verginin konusundan
başka oranı veya miktarı, indirimleri, istisna ve muafiyetleri tarh, tahakkuk
ve tahsil usulleri, yaptırımları, zamanaşımı vb. konularında kanunla
düzenlenmesi zorunludur. Bu hususlardan her hangi birinin Kanunla
düzenlenmeyip, belirlenmesinin yürütme organına bırakılması, Yüksek Mahkemeye
göre mümkün değildir ve Kanunu Anayasaya aykırı kılar.
Bu ilke
açısından yaklaştığımızda ise değerli konutlar vergisi (DKV) maalesef sınıfta
kalmaktadır, Anayasa’ya aykırı düşmektedir.
DKV’ye ilişkin
yasal düzenlemeler, verginin konusunu ve mükellefini ve hatta matrahını
belirlememektedir. Evinizin değerinin veya emlak vergisi değerinin yahut
iktisap bedelinin hiç önemi olmaksızın, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nün (TKGM)
değeri 5 milyonu aştığını söylediği konutlar, verginin konusuna girmektedir.
TKGM’nin bunu nasıl söylediği veya söyleyeceği de belli değildir. Değerleme
kuruluşlarından hizmet alıp almayacağı, bu konuda ihale açıp açmayacağı veya
kendi uzmanlarını kullanıp kullanmayacağı, değer biçecek olanların hangi
ölçütlere bakacağı, hesaplamayı nasıl yapacağı belli değildir. Canı ister
değeri 5 milyonu aştırır, canı ister aştırmaz. Hiçbir ölçüt yoktur. Böyle bir
düzenleme olunca, bana intikal eden olaylardan söyleyeyim, emlak vergisi değeri
1,8 milyon olan konutun değerini 7,8 milyon, değeri 40 milyon olan konutun
değerini de 14 milyon olarak belirler.
Oysa bir araba
satın aldığınızda ne kadar motorlu taşıtlar vergisi ödeyeceğiniz, bir taşınmaz
satın aldığınızda ne kadar emlâk vergisi ödeyeceğiniz, bir kağıdı imzalarken ne
kadar damga vergisi ödeyeceğiniz, evinizi kiraya verirken ne kadar gelir
vergisi ödeyeceğiniz bellidir. Bu hukuk güvenliği ilkesinin bir sonucudur.
Oysa bu gün 2
milyon liraya bir ev alsanız, DKV ödeyip ödemeyeceğiniz belli değildir. Zira 6
ay sonra TKGM buranın değerini 7 milyon olarak belirleyebilir.
Öte yandan,
TKGM konutunuzun değerinin 5 milyon lirayı aştığını söylemesi, konutu vergini
konusu haline getirmekle kalmamakta, aynı zamanda malikini de mükellef
statüsüne taşımaktadır. Demekki TKGM mükellefi de belirlemektedir. Daha da
ilerisi TKGM; verginin matrahını da belirlemesidir. Zira vergi, TKGM’nin
belirlediği değer üzerinden alınacaktır. Yasa ile TKGM’ye takdir komisyonu
işlevi yüklenmiştir.
Verginin
Anayasaya uygun hale getirilebilmesi için en azından TKGM’nin değer
belirlemesine ilişkin usul ve ölçütlerin Kanuna açıkça yazılması, değeri
etkileyecek özel hallerin Kanunda gösterilmesi, bu ölçütlerin izleyen dönemlerde
gözden geçirilme ölçütlerinin belirlenmesi, itiraz usul ve sebeplerinin Kanunda
gösterilmesi gerekmektedir.
Buradaki esas
tehlike, bu verginin ileride siyasal amaçla, oy veren veya vermeyen semt ve
sitelere göre değer belirlemeye bile yol açabilmesindedir. Zira oy vermeyen
illerin ilçe, ilçelerin il yapıldığı bir ülkede, sınırsız olarak keyfi matrah
belirleme yetkisinin olumsuz örneklerini arayanlar, bir zahmet zamanın
defterdarı Sayın Faik Ökte’nin anılarından oluşan “Varlık Vergisi Faciası” adlı
kitabına bir bakıversinler.
Kısaca
“verginin yasallığı ilkesi” ve Anayasa Mahkemesinin ilkeyi yorumlayan kararları
karşısında, DKV için “yasayla konulmuş bir vergi” demek güçtür.