HABERSİZ TEBLİGATA YARGI
BAKIŞI
Dr.
A. Bumin Doğrusöz
Dünya
Gazetesi 25.11.2021
Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu, önceki
yazımda belirttiğim kararında tamamen Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinden
hareket etmiş, 456 sayılı Vergi Usul Genel Tebliğinde bu konuda bir açıklık
olmamakla birlikte 511 sayılı Genel Tebliğ ile bu Genel Tebliğde yapılan
değişiklikle kendisine elektronik tebligat gönderilen kişiye sms veya e-mail
yoluyla bilgi verilmemesinin tebligatın geçerliliğini etkilemeyeceğinin
açıklığa kavuşturulduğu, nitekim Vergi Usul Kanununda hüküm bulunmayan hallerde
Tebligat Kanununun 51 ve 7/a maddesine göre çıkartılmış Elektronik Tebligat
Yönetmeliğinin 10. Maddesinde de aynı yönde düzenleme bulunduğu gerekçelerine
dayanmıştır.
Önceki yazımda kararın oy birliği ile
alındığını yazdığımda beni uyaran okurlarım için belirteyim ki, azlık oyu, dikkatle
okunursa, muhalefet şerhinin sadece 511 sayılı Genel Tebliğ öncesi dönemle
ilgili olduğu görülecektir. Azlık oy
sahipleri de 511 sayılı Genel tebliğ sonrası dönem için karara iştirak
etmektedirler. Dolayısıyla Karar, hali hazır durum için oybirliğiyledir.
Görüldüğü gibi karar gerekçesi, sadece Genel
Tebliğ düzenlemesine dayanmakta ve Genel Tebliği baz olarak almaktadır. Ancak
Genel Tebliğ düzenlemesinin hukuka uygunluğu konusunda bir karar değildir. Çünkü
düzenlemenin hukuka uygun olup olmadığı tartışılmamıştır. Dolayısıyla
bilgilendirme yapılmaksızın tebligat yapılan bir mükellefin, işlemle birlikte
Genel Tebliğ düzenlemesinin de iptalini talep etme yolu açıktır. Öte yandan konunun Kararda sadece Genel
Tebliğ bazında ele alınması da katılmadığımız bir sonucun ortaya çıkmasına
sebebiyet vermiştir.
Vergi kişilerin, Anayasal koruma altına olan
mülkiyet hakkını yakından ilgilendiren siyasi bir konudur. Siyasi olması,
tarihçesi bir kenara, yine Anayasa’daki siyasal hak ve ödevler arasında
düzenlenmiş olmasından kaynaklanmaktadır. İleride siyasal maksatla, habersiz tebligatlarla süreler kaçırtılarak
muhalif mükelleflerin hakları ortadan kaldırılabilir, mülkiyet haklarına
tecavüz edilebilir. Siyasi maksat olmasa bile elektronik olarak habersiz
tebliğ edilen defter, belge ibraz talep yazısını fark etmeyenler, kendilerini
asliye ceza hâkiminin önünde bulabilirler. Mükellefler habersiz oldukları
tebligatlara uymadıkları için ceza evinde yatabilirler. Oysa hukuk devleti,
hiçbir zaman mükellefine gol atan devlet değildir. Vergi Usul Kanununun ilanen
tebligatta dahi mükellefin bilinen bütün adreslerinden aranmasını istemesi
boşuna değildir. Bu nedenle bence konuya hukuk devleti ilkeleri ve kişi
güvenliği ilkesi kapsamında yaklaşmak gerekmektedir.
Öte yandan gerek
511 sayılı Usul Genel Tebliğinde, gerekse Elektronik Tebligat Yönetmeliğinde
yer alan ve tebligat yapıldığı ilgilisine haber verilmese dahi geçerli
olacağına düzenlemenin, her hangi bir yasal dayanağı yoktur. Hazine ve Maliye
Bakanlığına bu şekilde bir düzenleme yapma yetkisi verilmemiştir. Kaldı ki
Elektronik Tebligat Yönetmeliği düzenlemesinin, mali alanda uygulanabilirliğine
ilişkin tartışmanın yanı sıra yargı denetiminden geçmiş bir düzenleme olmadığı
ve hukuka uygunluğunun tartışılabilirliği de unutulmamalıdır. Bence bu gibi idari
düzenlemeler, idarelerin haber verme konusundaki olası ihmalkârlığının
kamuflajı ve idareyi kurtarma amacını gütmektedir. Yoksa kamu yararı gibi bir
üstün hukuki gayeye dayandığını düşünmüyorum.
Kaldı ki
habersiz tebligat yoluyla, kişilerin ıttılaına girmeyen tebligatlarla kişilerin
– Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile teminat altına alınmış - yargıya erişim
hakları ortadan kaldırıldığı gibi, idarenin işlemi de yargı denetiminden
kaçırılmış olmaktadır. Bu da idarenin her türlü işlem ve eyleminin yargı
denetimine tabi olduğu şeklindeki Anayasal buyruğa aykırıdır. Burada belki,
kendisine tebligat yapıldığını telefon numarası ve e- mail adresini vermek
suretiyle bildirilmesini talep eden kişiye haber verilmemesi dolayısıyla
uğranılacak zararın, mükelleflerce idareden ne suretle tazmininin talep
edeceğinin de tartışılması gerekir. Artık bu tartışmayı da konuyu irdeleyecek
akademisyenlere bırakıyorum.
Kaldı ki
Tebligat Kanunu dahi, kişiyi olabildiğince tebligatla buluşturmayı amaçlayan
bir Kanundur. Kanunun 21. maddesinde posta ile tebliğlerde, tebliğ yapılacak
kişinin adresinde bulunamaması halinde, tebligatın sadece muhtara bırakılması
yeterli sayılmamış, kapıya kâğıt yapıştırılması, yakın komşularına, bina
yöneticisine ve/veya kapıcıya -muhtara tebligat bırakıldığı- konusunda ilgiliye
haber verilmek üzere bilgi verilmesini istemiştir. Yoksa Kanun Koyucu,
“insanlar haftada bir muhtara uğrasınlar” dememiştir. Oysa şimdi elektronik
tebligat konusunda “her 5 günde bir tebligatları kontrol ediniz” biçiminde ve yargı
kaynaklı bir yükümlülük ihdas edilmektedir. Bu sonuç Tebligat Kanununun ruhuna
da aykırıdır ve yükümlülük getirici idari işlem niteliğindedir.
Vergi Dava Daireleri
Kurulunun bu Kararı bağlayıcı nitelikte değildir. Bir karar, 22 Kasım günlü
Dünya gazetesinde konuya ilişkin görüşünü yazan değerli yazarımız Numan Ergin
Emre’nin belirttiği gibi kesin olması ve Resmi Gazetede yayınlamış olması ile bağlayıcı
niteliğe bürünmez. Bunun için açık Kanun hükmü gerekmektedir. Hatta bu kararın,
karara yol açan ve farklı yöndeki kararların sonuçlarına da bir etkisi yoktur.
Sadece diğer kararlara yol gösterici veya ışık tutucudur. Danıştay Dava
Dairelerinin veya İstinaf Mahkemelerinin, Kurul kararını benimsememeleri
halinde konu İçtihatları Birleştirme Kuruluna gidebilir ki o zaman verilecek
karar bağlayıcı olacaktır.
Ben sadece,
konunun kişilerin hukuki güvenliğini, mülkiyet ve yargıya erişim haklarını
yakından ilgilendirmesi sebebiyle karara ilişkin akademik hukuki görüşlerimi
yazdım. Ayrıntılı irdelemeyi ise genç akademisyenlere bırakıyorum. Ancak konunun
ileride pek çok tartışmaya ve farklı yargı kararlarına konu olacağına da inanıyorum.
Burada galiba en
uygun ve adil kabul edilebilecek sonuç, 3.12.2019 tarihli yazımda da
belirttiğim gibi, habersiz tebligatı geçerli kabul etmekle birlikte, bu gibi
durumlarda dava açma süresini ıttıla tarihinden itibaren başlatmak olacaktır.