GECİKME FAİZİNİ DURDURULABİLİR Mİ ?
Dr. A. Bumin DOĞRUSÖZ
Dünya Gazetesi 1.2.2022
Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanununun 47. maddesinde, amme alacaklarının
rızaen ödenmesine ilişkin olarak, “orantılılık
ilkesi” getirilmiştir. Bu ilkeye göre yapılan ödemeler, alacaklı idare
tarafından, borçlunun amme borçlarına ve bu borca bağlı fer’ilerine orantılı
olarak kabul edilmektedir. Örneğin aleyhine cezalı tarhiyat yapılan mükellefin vergi
dairesine 10.000 TL vergi aslı, 17.500 TL vergi cezası ve 22.500 TL gecikme
faizinden oluşan toplam 50.000 TL borcunun oluştuğunu varsayalım. Bu mükellef,
borcunun 30.000 TL kısmını ödemek istediğinde yaptığı ödemenin, % 20’si olan 6.000
TL vergi aslına, % 35’i olan 10.500 TL cezaya, % 45’i olan 13.500 TL de gecikme
faizine mahsup edilecektir. Böylece kısmi ödemelerde mükellefin daima vergi
aslına denk düşen bir bakiye borcu kalacağından, bu borca gecikme zammı
işleyecektir. Mükellef, borcunun tamamını ödemedikçe, vergi aslı da
kapanmayacaktır. Bu mükellef söz konusu tarhiyat aleyhine dava açsa, dava
süresince vergi aslına, bu defa gecikme faizi işlemeye devam edecektir.
6183 sayılı
Kanunla kabul edilen bu ilke, borçlunun yanı sıra alacaklının da haklarını
koruması, bir başka deyişle hem alacaklının hem de borçlunun menfaatlerini
dengelemesi ile adil bir yol olarak görülebilir.
Buna
karşılık borçlar hukukumuzda kural, daha katı ve alacaklı lehinedir. Zira
borçlar hukukumuza göre, borçlu
tarafından yapılacak kısmi ödemelerin tamamı, kural olarak öncelikle vadesi
gelmiş faiz ve masraflara mahsup edilir (Borçlar Kanunu md. 100). Böylece borçlunun katlanacağı faiz yükü,
üzerinden faiz yürütülecek bakiye borç tutarı daha fazla olacağından, daha
yüksek tutarlarda olacaktır.
Öte yandan
mükellefler, Anayasamızın 2. maddesinde yer alan “hukuk devleti” ilkesi, 125.
maddesinde yer alan ve “idarenin her türlü işlem ve eylemine karşı yargı
yolunun açık” olduğunu belirten hüküm ve 36. maddesinde düzenlenen hak arama
hürriyetlerine istinaden, kendileri ile ilgili her türlü vergilendirme işlemine
karşı dava hakkına sahiptirler.
Vergi Usul
Kanunumuz 112. maddesinde ikmalen, re’sen veya idarece tarh edilen vergilerde,
eksik ödenmiş veya hiç ödenmemiş verginin normal vade tarihinden tahakkuk
tarihine kadar geçen süre için, gecikme zammı oranında gecikme faizi alınması
öngörülmüştür. İkmalen, re’sen veya idarece tarh edilen vergilerin
mükelleflerince (veya sorumlularınca) dava konusu yapılması halinde ise gecikme
faizinin, ödeme yapılmamış kısmına, verginin normal vade tarihinden yargı
organı kararının tebliğ tarihine kadar geçecek süre için hesaplanması
öngörülmüştür (md. 112/3-c).
Bu gecikme
faizi idarece hesaplandıktan sonra, uygulamada İHB 2 veya 112 ihbarnamesi
olarak anılan Vergi / Ceza ihbarnamesi ile mükellefe duyurulur. Bu ihbarname,
gecikme faizi açısından tarh işlemi niteliğindedir. Dolayısıyla gecikme
faizinin yanlış hesaplandığı veya haksız olduğu iddiası ile bu işlem aleyhine
dava açıldığında, işlemin yürütmesi, İdari Yargılama Usulü Kanununun 27.
maddesi uyarınca kendiliğinden durur ve artık tahakkuk veya takip işlemleri
oluşturulamaz. Bu durumda duran gecikme faizine tekrar faiz işlemez.
Vergi Usul
Kanununun aynı maddesinde (fıkra 3/son paragraf), “dava açılması nedeniyle
tahsili duran vergi ve cezalar mükellefler tarafından istenildiği takdirde
davanın devamı sırasında da kısmen veya tamamen ödenebilir” düzenlemesi de yer
almıştır.
Görüldüğü
gibi Vergi Usul Kanununun 112. maddesinin 3. fıkrasının son bendi, ikmalen,
re’sen veya idarece tarh edilen vergilere karşı dava hakkını kullanan
mükelleflere (veya sorumlulara), dava süresince gecikme faizi işlemesini
durdurma amacıyla vergi aslını ödeme olanağı vermiştir. Cezanın ödenmesine
gerek yoktur. Çünkü cezaya zaten gecikme faizi işletilmesi söz konusu değildir.
Bu olanak, mükellefler için,
davadan haksız çıkma ihtimaline göre kullanabilecekleri son derece önemli bir
haktır.
Ancak burada mükellefin
davasından haklı çıkması halinde, para faizsiz olarak iade edilmektedir. Ödenen
tutar, dava süresince hazine tarafından faizsiz olarak kullanılmaktadır. Bu
durum aynı zamanda mükellef haklarını da, Anayasaya aykırı şekilde ihlal
etmektedir. Her ne kadar Kanunda açıkça öngörülmemiş olsa dahi, genel hükümler
ve ilkeler uyarınca hazinenin (Kanunda bir oran olmadığından temerrüt faizi
oranında) faiz ödemesi gerekmektedir. Vergi idaresi, yapılan ödemenin gelir
kaydedilmediğini, emanet hesaplarda bekletildiğini ifade etmekteyse de, yapılan
ödeme tutarının hangi hesaplara kaydedildiği mükellefin sorunu değildir. Bu
konunun 112. maddede yapılacak bir tadille düzenlenmesi gerekmektedir.
İkmalen,
re’sen veya idarece tarh edilen vergilere karşı dava hakkını kullanan ve Vergi
Usul Kanununun anılan düzenlemesi uyarınca ödemede bulunmak isteyen mükelleflere
tanınan, sadece vergi aslına ve/veya vergi cezasına mahsuben ödeme de
bulunabilme olanağı, 6183 sayılı Kanunda yer alan ve yukarıda açıkladığımız
“ödemede orantı ilkesi”nin bir istisnasıdır.
İkmalen, re’sen veya idarece
tarh edilen vergilere karşı dava hakkını kullanan ve Vergi Usul Kanununun
anılan düzenlemesi uyarınca ödemede bulunmak isteyen mükelleflerin yapacakları
–orantı ilkesine istisna oluşturan- bu ödemelerini, bir dilekçe ile yapmaları
ve ödemelerini hangi borçlarına mahsuben yaptıklarını ve dava haklarını
kullandıklarını - mahkeme ve dosya numarası ile - dilekçelerinde belirtmeleri
gerekmektedir. Zira aksi halde İdare, bu istisnai hakkın kullanılıp
kullanılmadığını bilemeyeceğinden tahsilatı, 6183 sayılı Kanuna göre orantılayarak
kabul edecektir. Öte yandan söz konusu hakkını kullandıklarını belirtmeyenlerin
ileride bunu ileri sürmeleri de hem güç olacak hem de başkaca hukuki
tartışmalara da yol açacaktır.
NOT: Bu yazıyı 2015 ve 2020 yılında yayınlamıştım. Ancak
hem bu konuda okur soruları gelince hem de uygulamada mükelleflerin fazlaca
yararlanmadığını gözlemlediğimden, tekrar yayınlanmasında fayda gördüm.